SİNEMA YAZILARI

Under the Shadow

Under the Shadow, İranlı yönetmen Babak Anvarinin 2016 yılında çektiği İngiliz yapımı ilk uzun metrajı, korku
filmi olarak sınıflandırılsa da, film dram ve gerilim türlerinden de besleniyor. Bunun yanı sıra Under the Shadow’u özel kılan taraflarından biri, seyirciyi korkutma üzerine yoğunlaşmasından ziyade filmin geçtiği zaman dilimiyle ilgili politik ve kültürel arka planları doldurması ve bunun üzerinden ana karakter olan Shideh’nin psikolojik dönüşümünü sunması. Anvari filmin ilk yarısında bu psikolojik dönüşümün zeminini politik ve kültürel bağlamı kurarak hazırlıyor ve ikinci yarısında korku unsurlarını bunun üzerine ilave ediyor. Bu yüzden bu filmin yalnızca bir korku filmi olarak sınıflandırılması haksızlık olur.

Film, 1980 İran-Irak savaşıyla alakalı bilgiler ve görüntüler sunarak başlıyor. Böylece daha filmin dünyasıyla tanışmadan önce filmin geçtiği dönem ile tanışıyoruz. Ardından baş kadın karakterimiz Shideh’nin üniversitede yarım kalan tıp eğitimine geri dönmek üzere başvuruşuyla filme devam ederiz. Devrim sonrası yeni yönetimdeki erkek bir yetkili tarafından devrim zamanı sol görüşlü topluluklarda yer aldığı için hakarete uğrayarak reddedilir. Shideh, rejim tarafından kabul görmeyen ve bu yüzden doktor olamayan bir kadın olarak evine hapsolmak zorunda kalır. Bundan sonrasında film bir sahne dışında Shideh ve ailesinin yaşadığı apartman içerisinde geçmeye başlar.

Film metaforlar üzerinden dönemin politik ve kültürel değerlerini dönüştürerek devrim sonrası İran’da özgürleşmeye çalışan bir kadının dünyasını bize gösteriyor. Shideh’ye uygulanan eril baskıyı başlarda çok belirgin şekilde seyirciye sunmuyor. Aksine günlük hayatta eril tahakkümün nasıl devam ettiğini yine günlük hayatın içerisinden, ilk görüşte çok basit ve olağan gözüken sözleri, belli aralıklarla vererek gösteriyor. Bu gösterenlerin en başında Shideh’nin cepheye zorunlu göreve yollanan doktor eşi geliyor.

Üniversiteden ret cevabını alınca eşi Iraj Shideh’yi avutmak için artık bazı şeylerin onun elinde olmadığını, o zaman lar farklı düşündüğü ve artık unutması gerektiğini söyleyerek “tatlı” bir dille destek olur. Ancak Shideh’nin hüznü ve öfkesi dinmedikçe, Iraj’ın söylediklerinin değişmeye başladığı görülür. “Üniversitede siyaset yaparak zamanını boşa harcamadın mı?”, “Doktor olman aslında annenin hayaliydi.” gibi cümleler kurmaya başlar. Shideh direndikçe karşısındaki baskıcı zihniyet kendini sakladığı orta yollu kalıplardan çıkarak kendini gösterir. Iraj, Shideh’nin doktor
olma arzusunu dışsal bir etkene bağlayarak Shideh’yi güçsüzleştirir ve onu uysallaştırmaya çalışır. Bu yöntem filmdeki diğer erkekler tarafından da uygulanmaktadır. Apartmanın sahibi, Iraj’a karısının garaj kapısını düzgün kapatması gerektiğini iletmesini ister. Iraj, kapıyı açık bırakanın karısı olduğunu nasıl bildiğini sorduğunda “Binada araba kullanan tek kadın o.” diye bir cevap alır. Shideh bir insan olarak görülemeden evvel bir anne, bir eş olarak görülür ve beraberinde gelen etiketler üzerinden ona sürekli yetersizlikler atfedilir.

Politik düzeyden psikolojik düzeye geçiş yapan film ayrı bir alan daha açar. Böylece ortaya çıkardığı karakterin psikolojisine değinmekle kalmayıp yine toplumsal olana bir metonimi ile dönüş yapar: Shideh, rejimde ezilen kadınları ve kız çocuğu Dorsa, bu rejimde büyüyecek olan sonraki nesli imler.

Binaya yeni gelen bir çocuk Dorsa’ya cinler hakkında hikayeler anlatarak onu korkutmaya başlar. Zamanla Dorsa, cin gördüğüne ve oyuncak bebeğinin onlar tarafından kaçırıldığına inanmaya başlar. Shideh başlarda çocuğuna bunun gerçek olmadığını söylese de film ilerledikçe Shideh’nin de bu inancın girdabına kapıldığını ve tüm gerçekliğinin bunun üzerinden yeniden çekimlendiğine şahit oluruz. Bu süreçteki kırılma anlarından biriyse, Shideh’nin ara sıra
Dorsa’ya bakıcılık yapan rasyonalist ve modern komşusunun füze tehlikesinden dolayı taşınmasıdır. Komşusunu yitirmesi aynı zamanda Shideh’nin dünyayı rasyonel ve olumlu algılayışının iyiden iyiye bozulmasının sembolü olarak görülebilir. Öyle ki Dorsa’nın, annesine “Onların gerçek olmadığını söylüyordun ama.” diye bir cümle kurdurtabilecek kadar bir bozulmadır bu.

Kişinin gerçekliğindeki bu bozulma, korkunun içeri girebilmesini dolayısıyla filmde giderek daha fazla korku ögesiyle karşılaşmamızı sağlıyor. Yani film bir korku filmi olurken öte yanda korku filmlerinin yapısını da seyirciye gösteriyor. Türün yapısının kendini böylesine açıktan gösterebilmesi ise korkuyu izole edilmiş bir sinematik gerçeklikte bırakmayıp kahramanın hikayesinin toplumsal düzlemde kök salabilmesiyle gerçekleşiyor. Yani geleneksel olarak korku ögesi olan doğaüstü biçimlerin seyircinin tahliline açık olması buna imkan sağlıyor. Kızının oyuncak bebeğinin cinler tarafından kaçırılma ihtimalini farketmesiyle birlikte iktidarın tuzağına düşen Shideh artık etrafında olan biten her şeyde, başta reddettiği kavramlar tarafından yeniden konumlandırılmaktadır. Başta sadece kişi bazlı olan baskı, filmin sonlarına doğru toptan hale gelir ve mutlak imgesine kavuşur: Burka. Filmdeki mücadele annesinin kızını burkalı bir cine kaptırmamak için verdiği mücadeleye dönüşür.

Orkun HOŞGÖREN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!